Sabah
Babakale’den ayrılıp, Bozcaada’ya gitmek için Ezine’nin Geyikli İskelesine
geldik. İskelenin otoparkına arabamızı park edip, Saat 10.00 da kalkacak olan
feribotu, çay bahçesinde beklemeye başladık. 12.00 de geri dönen feribota
yetişecek şekilde de dönüşümüzü planladık. Bozcaada’ya ulaşım Çanakkale
merkezden deniz otobüsüyle de sağlanıyor.
Bozcaada, Gökçe ada ve Marmara Adasından sonra
Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Geyikli’den kalkan feribot,
Geyikli’den
Bozcaada feribotla 30 dakika. Bozcaada’ya doğru yol alırken, arkamızda
bıraktığımız Geyikli Köyü’nün denizden görüntüsünü seyretmek çok keyifli oldu.
Bozcaada’nın denizden görüntüsü.
Adanın boz ve kıraç bir iklime sahip olması,
Bozcaada ismini almasının nedeni. Çok fazla rüzgar alan Bozcaada’da, rüzgar
ürün haline gelmiş. Adanın batısına 17 rüzgar gülü santrali kurarak elektrik
üretmeye başlamışlar. Sadece bir rüzgar gülü adanın elektrik ihtiyacının
tamamını karşılamaya yetiyormuş. Elektriğin fazlası ise yeraltı kablolarıyla
karaya iletiliyormuş.
En son 1996
yılında restore edilen Bozcaada’da ki Ceneviz Kalesi.
Merkezde
birçok restoran ve çay bahçesi var. Zamanımız kısıtlı olduğu için Bozcaada’da
yemek yiyemedik ama kapının önüne koydukları menüden neler yenilebileceğini
gördüm. Rum mutfağından da çeşitlerin olduğu birçok alternatifler var. Ayrıca
menüde kalamar, kalamar dolma, kokoreç ile bağcılık geleneğinden geliştiğini
düşündüğüm, asma yaprağında saldalya ızgara dikkatimi çekti. İçecek olarak da
elbette Bozcaada’nın şarapları.
Bozcaada’nın bir ünlüsü de
gelincik şerbeti. Şerbeti icat eden ise Bozcaada’nın ilk kahvelerinden olan Ada
kahve’nin sahipleri. 12 de kalkacak feribota yetişebilmek için Ada Kahveye
gidemedik. Bozcaada’ya gidip de gelincik şerbeti içmeden olmaz diyerek,
gelincik şerbetini yolumuzun üzerindeki güzel dekorasyonuyla ilgimiz çeken bir kahvede İçtik.
Gelincik
şerbetini, baharda sadece 15 gün çıkan gelincikleri toplayıp, kendi
formülleriyle yoğunlaştırarak üretiyorlarmış. Gelincik şerbeti, 1/7 oranında
buzlu su ya da soda ile karıştırıp öyle içiliyormuş. Gelincik şerbetinin tadına
gelince, Bülent beğendi, ben ise şerbette gelincikle ilgili bir tat, bir koku
hissedemedim. Sanki şekerli su içtim gibi geldi. Belki de gelincik şerbetini
esas sahibinden içmek lazımdı.
Biz alamadık ama duyduğuma göre, Bozcaada’nın
bir ünlüsü de domates reçeliymiş.
Bozcaada'da nüfus kışın 2500 yazın ise 15 bine
çıkıyormuş. Zamanında mahalleler Rum Mahallesi ve Türk Mahallesi olarak bir
dereyle ayrılmış. Ada sit alanı olduğu için eski mimarı korunmuş. Dolayısıyla
doğallık devam ediyor. Bozcaada’yı görüp de, emekli olunca buraya yerleşirim diye
düşünmeyen yoktur herhalde.
Adada
Amadeus, Ataol, Corvus, Gülerada, Talay, Yunatçılar olmak üzere altı şarap
fabrikası var.
Bozcaada’dan
tekrar Geyikli İskelesi'ne geldik ve Truva Antik Kenti’ne doğru yol almaya
başladık. Truva’nın kendisinden çok Truva hazinelerinin buradan çıkartılma ve
çalınıp yurtdışına kaçırılma hikayesi, dikkat çekici ve üzücü.
Hem mitolojik hem de gerçek
hikayesi üzerine yüzlerce kitaplar yazılıp belgeseller, filimler çekilen Truva,
Kaz Dağlarının eteklerinde olan Hisarlık Tepesin’de. Truva Antik Kent’in tarihi
5000 yıl öncesine dayanıyor. İlk defa, Alman çakma Arkeolog Heinrich Schliemann
tarafından bulunmuş ve 1998 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış.
Bu gezimizde ülkemizde bulunan 11 UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerlerden, Pamukkale Hierapolis Antik Kenti’ni ve Truva’yı görmüş olduk. Edirne Selimiye Cami’ni de gezimizin sonunda ziyaret edeceğiz. Listedeki İstanbul Tarihi Alanları, Safranbolu şehri, Çorum Hitit Başkenti, Nemrut Dağı, Antalya Letoon, Göreme Milli Parkı ve Kapadokya’yı daha önce görmüştük. Şimdi sırada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile Konya Çatalhöyük Neolitik Kenti var. Böylece 11’ i tamamlamış olacağız.
Bu gezimizde ülkemizde bulunan 11 UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerlerden, Pamukkale Hierapolis Antik Kenti’ni ve Truva’yı görmüş olduk. Edirne Selimiye Cami’ni de gezimizin sonunda ziyaret edeceğiz. Listedeki İstanbul Tarihi Alanları, Safranbolu şehri, Çorum Hitit Başkenti, Nemrut Dağı, Antalya Letoon, Göreme Milli Parkı ve Kapadokya’yı daha önce görmüştük. Şimdi sırada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile Konya Çatalhöyük Neolitik Kenti var. Böylece 11’ i tamamlamış olacağız.
Truva
Antik Kentinin girişinde, Akhalılar’la, Truyalı’lar arasında on yıl süren Truva
savaşı sonrasında, Akhalılar’ın geri çekilme ve sözüm ona iyi niyet gösterisi
olarak Truvalılara hediye ettikleri tahta atın, kocaman bir maketi var.
İçerisine Akhalı askerlerin gizlenerek kaleyi fethettikleri tahta ata,
merdivenle çıkıp penceresinden sarkarak fotoğraf çektirilebiliyor.
Truva
üst üste olmak üzere 9 katmandan oluşmuş. Yani zaman içerisinde medeniyetler
Truva’da şehir üzerine şehir kurmuşlar. Bu şehirlerin en sonuncusu olan Roma
Şehri, en üst katmanda yer alıyor. Hisarlık Tepesi’ndeki Truva’ya ilk kazmayı
1871 yılında çakma Arkeolog Heinrich Schliemann vurmuş. Schliemann,
küçükken
babasının kendisine gösterdiği yanan ve yok olan bir kent (şimdiki Truva)
resminden çok etkilenmiş. Gerçekte var olmadığı düşünülen, yanmış ve izine hiç
rastlanmayan bu şehri bulmak için yıllarını hatta servetini harcamış. Truva
savaşının geçtiği Truva’dan bahseden Homeros’un İlyada Destanını defalarca
okumuş ve bazı çıkarımlarda bulunarak Çanakkale’ye gelmiş. Schliemann hayatını kayıp şehri
bulmaya adamasının asıl amacı, Truva hazinelerine ulaşmaktı tabii ki.
Schliemann
efsaneden yola çıkarak geldiği Hisarlık Tepesinde, kazı yapmak için Osmanlı
Devleti’nden izin almış ve köyden 7- 8 kişi toplayarak devletin gözetiminde
kazıya başlamış. Bu Kazılarda çıkan değerli eserler uçtu uçtu kuş uçtu olmuş.
Gerçekte Arkeolog olmadığı için kazılar sırasında hazineye ulaşmak amacıyla,
Truva’da geri dönülmez hasarlara neden olmuş.
Bir
yıl boyunca kazılara devam etmiş ve bir gün kazı yaparken taşların arasında
pırıl pırıl parlayan küçük bir bölge görmüş. Hazineye, yani Truvalı
Helen’in mücevherlerine ulaştığını anlayan Schliemann, çalışan köylüleri paydos
edip evine gönderdikten sonra hemen evine gidip, karısının şalını alıp geri
dönmüş. Sonrasında da parça parça karısının şalına sararak mücevherleri evine
taşımış. Zaman içerisinde de Almanya’ya kaçırmış.
Truva
hazinelerini kocasıyla birlikte kaçıran Bayan Schliemann’ın, Truvalı Helen’in mücevherleri
takıp takıştırarak çektirdiği bu fotoğrafı, zamanında çok tepkilere neden olmuş.
Neyse
ki mücevherlerin bir kısmı ülkemize iade edilmiş. Fotoğraflarını çektiğim
mücevherler şu anda(2013) Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinde. Eserler, Çanakkale
Troya Müzesi tamamlanıncaya kadar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde
sergilenecek. Diğer 860 tarihi eserlerimizde 2. dünya savaşı sırasında
Rusya tarafından savaş ganimeti olarak Almanya’dan alınmış. Hala Moskova Puşkin
Müzesinde ve St Petersburg Müzesinde sergileniyor. Türk yetkilileri Truva’ya
ait olan bu eserleri Rusya’dan geri almak için girişimde bulunmuş. Rusya, Türk
yetkililerinin yaptığı bu girişime “biz muhatap olarak Türkiye’yi değil,
Almanya’yı görüyoruz” demiş. “Çünkü o eserler savaş ganimeti olarak Almanya’dan
alınmıştır " diye cevap vermiş. Bekleyip görelim bakalım
nasıl sonuçlanacak.
Yine Truva’dan kaçırılan Agamemnon altın
maskesi, halen Almanya’da.
Kültür
varlıkları genel müdürlüğünün sayfasından baktım. 2013 tarihi itibariyle, yurt
dışından iadesi istenen eserlerden 64 eser vatanına geri dönmüş. Kimi eser
kaçırılmış, kimisi de kaçırıldıktan sonra çok cüzi bedellerle kaçırılan ülkeler
tarafından satın alınmış. 64 eserden 22 si ABD’den, 18 Almanya’dan diğerleri de
İngiltere, İsviçre, Fransa, Avusturya’dan geri alınmış. Peki, Truva’da halen
kazıları kim yapıyor acaba? Tabii ki Almanlar. 2013 yılında da kazıyı Amerikalılara
devredeceklermiş, tatata taaaaa. Bir atasözümüzü söylemeden edemeyeceğim. “İnanma
dostuna, saman koyar postuna”. Aynı zamanda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
de Truva'yı kazmaya talip olmuş. Gönlümüz kendi üniversitemizin kazıyı devam
ettirmesinden yana.
Troya II ve III dönemi Kale
duvarlarının bir kısmının ayağa kaldırılmış hali. Antik kentte gezerken en
hoşuma giden ve birçok tarihi alanlarda da görmek istediğim tahtadan yapılmış
yolları oldu. Tahta yol boyunca geziyi yönlendiren bilgi, resim, yazı panoları
ve yön işaretlerini takip ederek, eserlere zarar vermeden gezmek mümkün.
Binlerce
yıllık arkeolojik bilgilerin yattığı bu tarihi alanda gezerken panolardaki
resimler ve yazılar algıyı kolaylaştırıyor.
Truva
kazı alanında “Schliemann yarığı” adını verdikleri çukur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder