20 Haziran 2013 Perşembe

Bozcaada , Truva


Sabah Babakale’den ayrılıp, Bozcaada’ya gitmek için Ezine’nin Geyikli İskelesine geldik. İskelenin otoparkına arabamızı park edip, Saat 10.00 da kalkacak olan feribotu, çay bahçesinde beklemeye başladık. 12.00 de geri dönen feribota yetişecek şekilde de dönüşümüzü planladık.  Bozcaada’ya ulaşım Çanakkale merkezden deniz otobüsüyle de sağlanıyor.
 Bozcaada, Gökçe ada ve Marmara Adasından sonra Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Geyikli’den kalkan feribot,
Merkez Bozcaada limana geliyor. 
Geyikli’den Bozcaada feribotla 30 dakika. Bozcaada’ya doğru yol alırken, arkamızda  bıraktığımız Geyikli Köyü’nün denizden görüntüsünü seyretmek çok keyifli oldu.
  Martılar feribotla birlikte gün boyu Bozcaada, Geyikli arası gidip geliyorlar.
Bozcaada’nın denizden görüntüsü.
 Adanın boz ve kıraç bir iklime sahip olması, Bozcaada ismini almasının nedeni. Çok fazla rüzgar alan Bozcaada’da, rüzgar ürün haline gelmiş. Adanın batısına 17 rüzgar gülü santrali kurarak elektrik üretmeye başlamışlar. Sadece bir rüzgar gülü adanın elektrik ihtiyacının tamamını karşılamaya yetiyormuş. Elektriğin fazlası ise yeraltı kablolarıyla karaya iletiliyormuş.
 En son 1996 yılında restore edilen Bozcaada’da ki Ceneviz Kalesi.
 
Merkezde birçok restoran ve çay bahçesi var. Zamanımız kısıtlı olduğu için Bozcaada’da yemek yiyemedik ama kapının önüne koydukları menüden neler yenilebileceğini gördüm. Rum mutfağından da çeşitlerin olduğu birçok alternatifler var. Ayrıca menüde kalamar, kalamar dolma, kokoreç ile bağcılık geleneğinden geliştiğini düşündüğüm, asma yaprağında saldalya ızgara dikkatimi çekti. İçecek olarak da elbette Bozcaada’nın şarapları. 
  Bozcaada’nın bir ünlüsü de gelincik şerbeti. Şerbeti icat eden ise Bozcaada’nın ilk kahvelerinden olan Ada kahve’nin sahipleri. 12 de kalkacak feribota yetişebilmek için Ada Kahveye gidemedik. Bozcaada’ya gidip de gelincik şerbeti içmeden olmaz diyerek, gelincik şerbetini yolumuzun üzerindeki güzel dekorasyonuyla ilgimiz çeken bir kahvede İçtik.
Gelincik şerbetini, baharda sadece 15 gün çıkan gelincikleri toplayıp, kendi formülleriyle yoğunlaştırarak üretiyorlarmış. Gelincik şerbeti, 1/7 oranında buzlu su ya da soda ile karıştırıp öyle içiliyormuş. Gelincik şerbetinin tadına gelince, Bülent beğendi, ben ise şerbette gelincikle ilgili bir tat, bir koku hissedemedim. Sanki şekerli su içtim gibi geldi. Belki de gelincik şerbetini esas sahibinden içmek lazımdı.
Biz alamadık ama duyduğuma göre, Bozcaada’nın bir ünlüsü de domates reçeliymiş.
Bozcaada'da nüfus kışın 2500 yazın ise 15 bine çıkıyormuş. Zamanında mahalleler Rum Mahallesi ve Türk Mahallesi olarak bir dereyle ayrılmış. Ada sit alanı olduğu için eski mimarı korunmuş. Dolayısıyla doğallık devam ediyor.  Bozcaada’yı görüp de, emekli olunca buraya yerleşirim diye düşünmeyen yoktur herhalde. 
Adada Amadeus, Ataol, Corvus, Gülerada, Talay, Yunatçılar olmak üzere altı şarap fabrikası var.
Bozcaada’dan tekrar Geyikli İskelesi'ne geldik ve Truva Antik Kenti’ne doğru yol almaya başladık. Truva’nın kendisinden çok Truva hazinelerinin buradan çıkartılma ve çalınıp yurtdışına kaçırılma hikayesi, dikkat çekici ve üzücü. 


  Hem mitolojik hem de gerçek hikayesi üzerine yüzlerce kitaplar yazılıp belgeseller, filimler çekilen Truva, Kaz Dağlarının eteklerinde olan Hisarlık Tepesin’de. Truva Antik Kent’in tarihi 5000 yıl öncesine dayanıyor. İlk defa, Alman çakma Arkeolog Heinrich Schliemann tarafından bulunmuş ve 1998 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış.
Bu gezimizde ülkemizde bulunan 11 UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerlerden, Pamukkale Hierapolis Antik Kenti’ni ve Truva’yı görmüş olduk. Edirne Selimiye Cami’ni de gezimizin sonunda ziyaret edeceğiz. Listedeki İstanbul Tarihi Alanları, Safranbolu şehri, Çorum Hitit Başkenti, Nemrut Dağı, Antalya Letoon, Göreme Milli Parkı ve Kapadokya’yı daha önce görmüştük. Şimdi sırada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile Konya Çatalhöyük Neolitik Kenti var. Böylece 11’ i tamamlamış olacağız. 


Truva Antik Kentinin girişinde, Akhalılar’la, Truyalı’lar arasında on yıl süren Truva savaşı sonrasında, Akhalılar’ın geri çekilme ve sözüm ona iyi niyet gösterisi olarak Truvalılara hediye ettikleri tahta atın, kocaman bir maketi var. İçerisine Akhalı askerlerin gizlenerek kaleyi fethettikleri tahta ata, merdivenle çıkıp penceresinden sarkarak fotoğraf çektirilebiliyor.
 Truva üst üste olmak üzere 9 katmandan oluşmuş. Yani zaman içerisinde medeniyetler Truva’da şehir üzerine şehir kurmuşlar. Bu şehirlerin en sonuncusu olan Roma Şehri, en üst katmanda yer alıyor. Hisarlık Tepesi’ndeki Truva’ya ilk kazmayı 1871 yılında çakma Arkeolog Heinrich Schliemann vurmuş. Schliemann,
küçükken babasının kendisine gösterdiği yanan ve yok olan bir kent (şimdiki Truva) resminden çok etkilenmiş. Gerçekte var olmadığı düşünülen, yanmış ve izine hiç rastlanmayan bu şehri bulmak için yıllarını hatta servetini harcamış. Truva savaşının geçtiği Truva’dan bahseden Homeros’un İlyada Destanını defalarca okumuş ve bazı çıkarımlarda bulunarak Çanakkale’ye gelmiş. Schliemann hayatını kayıp şehri bulmaya adamasının asıl amacı, Truva hazinelerine ulaşmaktı tabii ki.
Schliemann efsaneden yola çıkarak geldiği Hisarlık Tepesinde, kazı yapmak için Osmanlı Devleti’nden izin almış ve köyden 7- 8 kişi toplayarak devletin gözetiminde kazıya başlamış. Bu Kazılarda çıkan değerli eserler uçtu uçtu kuş uçtu olmuş. Gerçekte Arkeolog olmadığı için kazılar sırasında hazineye ulaşmak amacıyla, Truva’da geri dönülmez hasarlara neden olmuş.
Bir yıl boyunca kazılara devam etmiş ve bir gün kazı yaparken taşların arasında pırıl pırıl parlayan  küçük bir bölge görmüş. Hazineye, yani Truvalı Helen’in mücevherlerine ulaştığını anlayan Schliemann, çalışan köylüleri paydos edip evine gönderdikten sonra hemen evine gidip, karısının şalını alıp geri dönmüş. Sonrasında da parça parça karısının şalına sararak mücevherleri evine taşımış. Zaman içerisinde de Almanya’ya kaçırmış.
  Truvalı Helen’in kaçırılan mücevherlerinin bir kısmı Rusya müzesinde sergileniyor.    
Truva hazinelerini kocasıyla birlikte kaçıran Bayan Schliemann’ın, Truvalı Helen’in mücevherleri takıp takıştırarak çektirdiği bu fotoğrafı, zamanında çok tepkilere neden olmuş.    

    


  
Neyse ki mücevherlerin bir kısmı ülkemize iade edilmiş. Fotoğraflarını çektiğim mücevherler şu anda(2013) Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinde. Eserler, Çanakkale Troya Müzesi tamamlanıncaya kadar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenecek.  Diğer 860 tarihi eserlerimizde 2. dünya savaşı sırasında Rusya tarafından savaş ganimeti olarak Almanya’dan alınmış. Hala Moskova Puşkin Müzesinde ve St Petersburg Müzesinde sergileniyor. Türk yetkilileri Truva’ya ait olan bu eserleri Rusya’dan geri almak için girişimde bulunmuş. Rusya, Türk yetkililerinin yaptığı bu girişime “biz muhatap olarak Türkiye’yi değil, Almanya’yı görüyoruz” demiş. “Çünkü o eserler savaş ganimeti olarak Almanya’dan alınmıştır " diye cevap vermiş. Bekleyip görelim bakalım nasıl sonuçlanacak. 



Yine Truva’dan kaçırılan Agamemnon altın maskesi, halen Almanya’da.

Kültür varlıkları genel müdürlüğünün sayfasından baktım. 2013 tarihi itibariyle, yurt dışından iadesi istenen eserlerden 64 eser vatanına geri dönmüş. Kimi eser kaçırılmış, kimisi de kaçırıldıktan sonra çok cüzi bedellerle kaçırılan ülkeler tarafından satın alınmış. 64 eserden 22 si ABD’den, 18 Almanya’dan diğerleri de İngiltere, İsviçre, Fransa, Avusturya’dan geri alınmış. Peki, Truva’da halen kazıları kim yapıyor acaba? Tabii ki Almanlar. 2013 yılında da kazıyı Amerikalılara devredeceklermiş, tatata taaaaa. Bir atasözümüzü söylemeden edemeyeceğim. “İnanma dostuna, saman koyar postuna”. Aynı zamanda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi de Truva'yı kazmaya talip olmuş. Gönlümüz kendi üniversitemizin kazıyı devam ettirmesinden yana.



  Troya II ve III dönemi Kale duvarlarının bir kısmının ayağa kaldırılmış hali. Antik kentte gezerken en hoşuma giden ve birçok tarihi alanlarda da görmek istediğim tahtadan yapılmış yolları oldu. Tahta yol boyunca geziyi yönlendiren bilgi, resim, yazı panoları ve yön işaretlerini takip ederek, eserlere zarar vermeden gezmek mümkün.

Binlerce yıllık arkeolojik bilgilerin yattığı bu tarihi alanda gezerken panolardaki resimler ve yazılar algıyı kolaylaştırıyor.
Truva kazı alanında “Schliemann yarığı” adını verdikleri çukur.

Hiç yorum yok: