20 Haziran 2013 Perşembe

ÇANAKKALE,Gelibolu


 Çanakkale Arkeoloji Müzesinden başlayarak Çanakkale merkezi gezip, gece kalacak bir yer bulduktan sonra sabah erkenden Gelibolu Yarımadası Şehitliği'ne gideceğiz.

Çanakkale binlerce yıldan beri medeniyetlerin yerleştiği, mitolojik olayların yaşandığı, uzak ve yakın tarihinde kanlı savaşların olduğu, çok önemli, gizemli ve modern bir şehir. Dünyanın ilk boğaz köprüsünün Çanakkale boğazında kururmuş olmasından dolayı da ilklerin şehri. İlk boğaz köprüsünün ilginç hikayesi şöyle, 
Pers Kralı MÖ 486 Avrupa’yı fethetmek için boğaza bir köprü kurulmasını emretmiş. Keten lifi ve papirüs lifini kullanarak köprü yapılmış. Fakat İki kıtayı birleştiren bu köprü, açılış sırada çok şiddetli bir fırtınaya maruz kalmış ve koparak parçalanmış. Bu olaya çok kızan hükümdar, boğazın sularının döverek cezalandırılmasını istemiş. Adamlarına denize 300 kırbaç vurulmasını, kızgın demirle  dağlanmasını, köprüyü yapanların da kellerinin alınmasını emretmiş.
Daha sonraki yıllarda savaş gemilerini halatlarla birbirine bağlayarak, Dünya’nın ilk yüzen boğaz köprüsünü yapıp, karşıya geçmeyi başarmışlar.

 Çanakkale Arkeoloji Müzesinden birkaç fotoğraf.
Biga ilçesinden çıkartılan Polyksena Lahdi, 2000 yıllık tarihi ile bilinen en eski lahit. Lahdin üzerindeki kabartmalar, mitolojide öldürülen bir kızın hikayesinin anlatıyor.
Afrodit heykeli
İmparator Hadrian
Çanakkale’nin simgesi olan saat kulesi, limana yakın bölgede. 1897 yılında Cemil Paşa tarafından yaptırılmış. Sponsoru  İtalyan Konsolos Vitalis adında bir hayırsevermiş. Ölmeden önce şehre su getirilmesini ve merkeze bir saat kulesi yapılmasını vasiyet etmiş. 
Çanakkale türküsünde adı geçen Aynalı Çarşı, Çanakkale’nin merkezinde.
Eskiden Aynalı Çarşı’daki dükkanlarda, atlar için süs eşyaları ve ayna denilen at gözlükleri satılılığı için çarşıya Aynalı Çarşı denmiş. Çarşıda  "Dur Yolcu" yazısı, Şehitler Anıtı ve Truva Atı gibi hediyelik eşyalar satılıyor. Turistik hediye olarak  Çanakkale’ye ait yöresel çok fazla ürün yok. Çarşıdaki dükkanlarda, genelde Çin malı incik boncuk satılıyor.
Çarşıda Canım Yengem, Canım Gelinim havluları hemen hemen tüm dükkanların önünde satılıyor.
 
Merkezde yediğimiz balık ekmeğin tadı o kadar iyiydi ki aklıma geldikçe yutkunup duruyorum. Ekmeğin arasındaki balık, Sardalya balığı. Bu balığın bu kadar lezzetli olmasının sırrı nedir diye sordum soruşturdum ve öğrendim ki, Çanakkale’de Sardalya Balığını maden suyu, yumurta, un ve tuz karışımı ile yaptıkları sosa batırılıp, öyle kızartırlarmış.
  Çanakkale’ye özgü Höşmerim denilen   peynir  helvasını  merkezde birçok yerde yemek mümkün. İstenirse üzerine dondurma da konuluyor.
Koyun, keçi sütü karışımı taze peynir, irmik ve şekerle yapılıyor. Tatlı sıcak yenirse tadına doyum olmuyor. Sade peynir helvası, fırınlanmış peynir helvası, cevizli fırınlanmış peynir helvası, Antep fıstıklı fırınlanmış peynir helvası gibi değişik alternatifleri var.
  Çanakkale İskelesi’nden arabalı feribotla Gelibolu Yarımadası’ndan Kilitbahir’e doğru yola çıktık. Kilitbahir Köyü, Çanakkale’nin tam karşısında ve boğazın en dar kısmında kurulmuş.
 
 Bu topraklarda yerli ve yabancı binlerce askerin yatıyor olduğunu düşününce insanın tüyleri diken diken oluyor. Binlerce askerimizin şehit olduğu bu topraklarda yaşamanın minnettarlığı, dua etmekten başka nasıl ödenir, diye düşündüm durdum.
Kilitbahir’in yamacındaki Dur Yolcu Anıtı 1960 yılında Seyran Çebi, Halil Onan’a ait olan Dur Yolcu şiirinden bir dize ekleyerek oluşturmuş.
DUR YOLCU          
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!…
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!…
NECMETTİN HALİL ONAN
  Eceabat İlçesinin bir köyü olan Kilitbahir’daki yonca biçimindeki kale 1452 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış. Kale 1980 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Korunması Gereken Kültürel Varlıklar listesine alınmış. 

Eşim yıllar önce savaşın anıları ve izleri ile dolu olan şehitliğin perişan halini görmüş. Bu seferki ziyaretimizde, ihmal ve bakımsızlık manzarasından kurtarılmış olduğunu görünce bayağı bir sevindi. O kadar sahipsizmiş ki, yağmur yağdığında kemikler ortaya çıkıyormuş. Ben şehitliğe ilk defa geldim. Proje tamamen bitmemiş olmasına rağmen çok gururlandım ve şehitlerimize gereken değer verildiği için başım dik dolaştım. Yeniden çevre düzenlemeleri yapılmış. Zarar gören mezarlar onarılmış, sembolik olan şehitlikler yerine gerçekleri yapılmış, savaşı ve şehitlerin kahramanlıklarını anlatan bilgi levhaları konmuş, pek çok yeni müze açılmış. Yeni açılan Çanakkale Destanı Tanıtım Merkez’inde Çanakkale Savaşını, sinema filmiyle gelen ziyaretçilere gösteriliyor. Yollar yeniden asfaltlanmış, ağaçlandırılmış, çiçeklendirilmiş, temizlenmiş. Kısacası şehitlik bu haliyle ziyarete gelenlerin takdirlerini topluyor.
 
  Şehitlik ziyaretine, Çanakkale Savaşlarında kahramanlık olaylarının anlatıldığı, Şehitler Abidesi Rölyefinin bulunduğu alandan başladık.

 Çanakkale savaşlarında şehit düşen yaklaşık 253 bin şehidimizi simgeleyen abide, Hisar Burnu üzerindeki tepe üzerine inşa edilmiş ve 1960 yılında açılışı yapılmış. Anıt 41.70 cm yüksekliğinde oldukça büyük ve görkemli. Abidenin denize bakan ayakları üzerindeki rölyeflerde deniz harekatı, karaya bakan ayaklarında ki rölyefte ise kara harekatını simgeleyen kabartmalar var.
  Fotoğraftaki yapı, bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen askeri yapı olan, Ertuğrul Tabyası. Ertuğrul Tabyası, 1895 tarihinden kalma. II. Abdülhamit döneminde yapılmış ve şimdi Korunması Gereken Kültürel Varlıklar listesinde. Tabyanın solunda görünen top namlusu üzerinde 1883 tarihi kayıtlı. Tarihe bakıldığında top, 120 yıldır aynı yerde önce vatan savunması, şimdilerde ise tarihi hatırlatma görevini yapıyor.
 Ertuğrul Koyu, İngilizlerin çıkarma harekatı düzenledikleri 5 koydan biri. Ertuğrul Koyu denilince Ezineli Yahya Çavuş ve 63 arkadaşı ile sergilediği direniş hikayeleri dillere destan olmuş. 2000 düşman askerine karşı 63 askerle sadece tüfek ve çok az sayıda mermi ile 12 saat boyunca direnmişler. Sahile döşedikleri dikenli tellerle ve kısıtlı silahlarıyla düşmanın çıkartma yapmasına engel olmuşlar.
 Anzak Askerlerinin günlüklerinde, fotoğraftaki bu denizin kıyıdan 50 m. içeriye kadar olan kısmının kıpkırmızı olduğu yazılmış.
İngiliz çıkartma gemisi kaptanı Edward Toms günlüğünde, çıkartmayı şöyle anlatmış;
Benim teknemin sahile yanaştığı yerde, çok sağlam dikenli teller vardı. Askerler botlarda ya da sahile yüzerken vuruluyorlardı. Belime kadar suya girdim, bir kayaya çarpıp tökezledim. Çıkıp sahile doğru koşarak dikenli tellerin altına yattım. Dikenli tellerin önü, hareketsiz kalmış bir sürü askerle dolmuştu. Yukarılardan aşağıya siperlerden, makineli tüfeklerden ateş yağarken, sağdaki siperlerden de bizlere ateş ediliyordu. Çıkan sesler müthiş, görüntü ise korkunçtu.
Çanakkale savaşında ölen İngilizler için, Gelibolu Yarımadası’nın en uç noktasına Helles Anıtı dikilmiş.
 
Ertuğrul Koyundaki tahta siperler.

Ezineli Yahya Çavuş Şehitliği.
Yahya çavuşun kahramanlığı ile ilgili şunlar yazıyor;
EZİNELİ YAHYA ÇAVUŞ
18 Mart 1915′te Dünyanın en büyük birleşik donanması ile saldırıp, deniz yolu ile Çanakkale Boğazını geçemeyeceğini anlayan düşman, deniz destekli kara harekatı yapmaya karar verdi. İtilaf devletleri, 25 Nisan 1915 sabahı yarım adanın bu civardaki beş bölgesine aynı anda çıkarma yapmayı planladı. Sabahın alaca karanlığında Seddülbahir Köyü sahili, donanmanın yoğun bombardımanı altında 2000′i aşkın düşman askerinin Albion ve Riber gemilerinden karaya çıkma mücadelesine sahne oldu. Yarımadanın uç kısmının kıyı savunması 9.tümene ait olup, komutanı Albay Halil Bey idi. 25 ve 26. Alaylardan oluşan bu tümenin iki günlük kaybı, 10 subay ve 1897 erin şehâdetidir.

26.alay ve 3.taburda görev yapan Yahya Çavuş’un tabur komutanı Binbaşı Mahmut Sabri’dir. Arkadaşlarının büyük bir kısmının şehit olmasına rağmen, düşmanı sahilde durduran bu kahraman takımdan sağ kalanlarla beraber Yahya Çavuş, yaralanan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağlayıp, Alçıtepe bölgesine çekilmiş ve aynı bölgede şehit olmuştur.
  
 25 Nisan 1915 de Anzac’lar tarafından Arı Burnu’ndan yapılan çıkartma bu kumsaldan yapılmış. Şimdilerde Anzac Koyu olarak biliniyor. Anzac’lar Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşmuş bir kolordu ve 1.Dünya Savaşında İngilizlerin yanında yer alarak, Türk Ordusu'na karşı savaşmışlar. 25 Nisan’da başlayan kara savaşında binlerce Anzac Askeri Arı Burnu’nda hayatını Kaybetmiş. Bu nedenden dolayı Avustralya ve Yeni Zelanda’da 25 Nisan tarihi ulusal tatil olarak ilan edilmiş. Savaşta ölen Anzac askerleri anısına Conk Bayırı’na bir anıt dikilmiş.
İddiaya göre Anzac’lar yani İngilizler ve yeni Zelanda’lılar Gelibolu Yarımadasına gömülen askerlerini zaman içerisinde kendi vatanlarına götüre bilirlermiş  ama özellikle  götürmemişler. Çünkü işin içinde hesaplar varmış. Bu hesapları yapan İngilizler 1922 ve 1923 tarihleri arasında yapılan Lozan Konferansında, Gelibolu’daki şehitliklerimiz ve Anzac mezarları ile ilgili 436 hektarlık toprağın kendilerine verilmesini istemiş. Bak hele bak şu İngilizlere!. Bu isteklerini zaman zaman kendi mezarlarının zarar gördüğü gerekçesiyle gündeme getiriyorlarmış.

Anzac Askerleri, Sarı Bayır denilen karşıdaki tepeyi aşmak için bu bölgede canlarını vermiş ve bu topraklara gömülmüş.

Ölen askerlerin torunları her yıl 25 Nisan’da Gelibolu’ya dedelerini ziyarete geliyor.
Anıtta şunlar yazılı;
Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz!
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat, rahat uyuyacaklardır.
Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Mustafa Kemal ATATÜRK 1934
Burası Anzac Askerlerinin çıkarma yaptığı yer. Şu anda boşluk ve çimlik olan bu alanda Anzac’lar 25 Nisan’da anma töreni yapıyor.
“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” emrini uygulayan 57. Piyade Alayı düşmanı, Conk Bayırı’nda 628 kişilik askerinin tamamını şehit ederek durdurmuş.
Anzac Askerlerin günlüklerinde savaşın başka yönlerini anlatan yazılarını okuyunca hüzün ve gurur duygusunu aynı anda yaşamamak mümkün değil.
Anzac Askeri Franklin Morst günlüğünden;
Türklere doğru sesleniyorduk. Onlar siperlerin üzerine oturup konuşuyorlardı. Bizimkilerden birisi karşı tarafa gidip onlardan bir sigara tabakası aldı. Onlara not göndereceğimiz zaman, teneke bir periskopa taşla vuruyorduk. Onlar da bize teleskop sallayıp cevap verirlerdi. Bir başka gün bir Alman subayı Türk siperlerine yaklaşıyordu. Türkler, bizimkilere siperlerine girmelerini işaret etti. Bizimkiler hemen siperlerine girdiler. Biraz sonra ise makineli tüfek ateşi başladı. Doğaldır ki, kimseye bir şey olmadı. Bu Türk'ün savaşırken dahi ne kadar adil olduğu hakkında bir fikir verebilir.
(Gelibolu, 12 Eylül 1915)

“Çanakkale'de tarihin akışını değiştiren kahramanlar, bugün yarın her gün sonsuza kadar ruhunuz şad olsun” diye duamızı ettikten sonra, şehitlikten ayrıldık.

Bozcaada , Truva


Sabah Babakale’den ayrılıp, Bozcaada’ya gitmek için Ezine’nin Geyikli İskelesine geldik. İskelenin otoparkına arabamızı park edip, Saat 10.00 da kalkacak olan feribotu, çay bahçesinde beklemeye başladık. 12.00 de geri dönen feribota yetişecek şekilde de dönüşümüzü planladık.  Bozcaada’ya ulaşım Çanakkale merkezden deniz otobüsüyle de sağlanıyor.
 Bozcaada, Gökçe ada ve Marmara Adasından sonra Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Geyikli’den kalkan feribot,
Merkez Bozcaada limana geliyor. 
Geyikli’den Bozcaada feribotla 30 dakika. Bozcaada’ya doğru yol alırken, arkamızda  bıraktığımız Geyikli Köyü’nün denizden görüntüsünü seyretmek çok keyifli oldu.
  Martılar feribotla birlikte gün boyu Bozcaada, Geyikli arası gidip geliyorlar.
Bozcaada’nın denizden görüntüsü.
 Adanın boz ve kıraç bir iklime sahip olması, Bozcaada ismini almasının nedeni. Çok fazla rüzgar alan Bozcaada’da, rüzgar ürün haline gelmiş. Adanın batısına 17 rüzgar gülü santrali kurarak elektrik üretmeye başlamışlar. Sadece bir rüzgar gülü adanın elektrik ihtiyacının tamamını karşılamaya yetiyormuş. Elektriğin fazlası ise yeraltı kablolarıyla karaya iletiliyormuş.
 En son 1996 yılında restore edilen Bozcaada’da ki Ceneviz Kalesi.
 
Merkezde birçok restoran ve çay bahçesi var. Zamanımız kısıtlı olduğu için Bozcaada’da yemek yiyemedik ama kapının önüne koydukları menüden neler yenilebileceğini gördüm. Rum mutfağından da çeşitlerin olduğu birçok alternatifler var. Ayrıca menüde kalamar, kalamar dolma, kokoreç ile bağcılık geleneğinden geliştiğini düşündüğüm, asma yaprağında saldalya ızgara dikkatimi çekti. İçecek olarak da elbette Bozcaada’nın şarapları. 
  Bozcaada’nın bir ünlüsü de gelincik şerbeti. Şerbeti icat eden ise Bozcaada’nın ilk kahvelerinden olan Ada kahve’nin sahipleri. 12 de kalkacak feribota yetişebilmek için Ada Kahveye gidemedik. Bozcaada’ya gidip de gelincik şerbeti içmeden olmaz diyerek, gelincik şerbetini yolumuzun üzerindeki güzel dekorasyonuyla ilgimiz çeken bir kahvede İçtik.
Gelincik şerbetini, baharda sadece 15 gün çıkan gelincikleri toplayıp, kendi formülleriyle yoğunlaştırarak üretiyorlarmış. Gelincik şerbeti, 1/7 oranında buzlu su ya da soda ile karıştırıp öyle içiliyormuş. Gelincik şerbetinin tadına gelince, Bülent beğendi, ben ise şerbette gelincikle ilgili bir tat, bir koku hissedemedim. Sanki şekerli su içtim gibi geldi. Belki de gelincik şerbetini esas sahibinden içmek lazımdı.
Biz alamadık ama duyduğuma göre, Bozcaada’nın bir ünlüsü de domates reçeliymiş.
Bozcaada'da nüfus kışın 2500 yazın ise 15 bine çıkıyormuş. Zamanında mahalleler Rum Mahallesi ve Türk Mahallesi olarak bir dereyle ayrılmış. Ada sit alanı olduğu için eski mimarı korunmuş. Dolayısıyla doğallık devam ediyor.  Bozcaada’yı görüp de, emekli olunca buraya yerleşirim diye düşünmeyen yoktur herhalde. 
Adada Amadeus, Ataol, Corvus, Gülerada, Talay, Yunatçılar olmak üzere altı şarap fabrikası var.
Bozcaada’dan tekrar Geyikli İskelesi'ne geldik ve Truva Antik Kenti’ne doğru yol almaya başladık. Truva’nın kendisinden çok Truva hazinelerinin buradan çıkartılma ve çalınıp yurtdışına kaçırılma hikayesi, dikkat çekici ve üzücü. 


  Hem mitolojik hem de gerçek hikayesi üzerine yüzlerce kitaplar yazılıp belgeseller, filimler çekilen Truva, Kaz Dağlarının eteklerinde olan Hisarlık Tepesin’de. Truva Antik Kent’in tarihi 5000 yıl öncesine dayanıyor. İlk defa, Alman çakma Arkeolog Heinrich Schliemann tarafından bulunmuş ve 1998 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış.
Bu gezimizde ülkemizde bulunan 11 UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerlerden, Pamukkale Hierapolis Antik Kenti’ni ve Truva’yı görmüş olduk. Edirne Selimiye Cami’ni de gezimizin sonunda ziyaret edeceğiz. Listedeki İstanbul Tarihi Alanları, Safranbolu şehri, Çorum Hitit Başkenti, Nemrut Dağı, Antalya Letoon, Göreme Milli Parkı ve Kapadokya’yı daha önce görmüştük. Şimdi sırada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile Konya Çatalhöyük Neolitik Kenti var. Böylece 11’ i tamamlamış olacağız. 


Truva Antik Kentinin girişinde, Akhalılar’la, Truyalı’lar arasında on yıl süren Truva savaşı sonrasında, Akhalılar’ın geri çekilme ve sözüm ona iyi niyet gösterisi olarak Truvalılara hediye ettikleri tahta atın, kocaman bir maketi var. İçerisine Akhalı askerlerin gizlenerek kaleyi fethettikleri tahta ata, merdivenle çıkıp penceresinden sarkarak fotoğraf çektirilebiliyor.
 Truva üst üste olmak üzere 9 katmandan oluşmuş. Yani zaman içerisinde medeniyetler Truva’da şehir üzerine şehir kurmuşlar. Bu şehirlerin en sonuncusu olan Roma Şehri, en üst katmanda yer alıyor. Hisarlık Tepesi’ndeki Truva’ya ilk kazmayı 1871 yılında çakma Arkeolog Heinrich Schliemann vurmuş. Schliemann,
küçükken babasının kendisine gösterdiği yanan ve yok olan bir kent (şimdiki Truva) resminden çok etkilenmiş. Gerçekte var olmadığı düşünülen, yanmış ve izine hiç rastlanmayan bu şehri bulmak için yıllarını hatta servetini harcamış. Truva savaşının geçtiği Truva’dan bahseden Homeros’un İlyada Destanını defalarca okumuş ve bazı çıkarımlarda bulunarak Çanakkale’ye gelmiş. Schliemann hayatını kayıp şehri bulmaya adamasının asıl amacı, Truva hazinelerine ulaşmaktı tabii ki.
Schliemann efsaneden yola çıkarak geldiği Hisarlık Tepesinde, kazı yapmak için Osmanlı Devleti’nden izin almış ve köyden 7- 8 kişi toplayarak devletin gözetiminde kazıya başlamış. Bu Kazılarda çıkan değerli eserler uçtu uçtu kuş uçtu olmuş. Gerçekte Arkeolog olmadığı için kazılar sırasında hazineye ulaşmak amacıyla, Truva’da geri dönülmez hasarlara neden olmuş.
Bir yıl boyunca kazılara devam etmiş ve bir gün kazı yaparken taşların arasında pırıl pırıl parlayan  küçük bir bölge görmüş. Hazineye, yani Truvalı Helen’in mücevherlerine ulaştığını anlayan Schliemann, çalışan köylüleri paydos edip evine gönderdikten sonra hemen evine gidip, karısının şalını alıp geri dönmüş. Sonrasında da parça parça karısının şalına sararak mücevherleri evine taşımış. Zaman içerisinde de Almanya’ya kaçırmış.
  Truvalı Helen’in kaçırılan mücevherlerinin bir kısmı Rusya müzesinde sergileniyor.    
Truva hazinelerini kocasıyla birlikte kaçıran Bayan Schliemann’ın, Truvalı Helen’in mücevherleri takıp takıştırarak çektirdiği bu fotoğrafı, zamanında çok tepkilere neden olmuş.    

    


  
Neyse ki mücevherlerin bir kısmı ülkemize iade edilmiş. Fotoğraflarını çektiğim mücevherler şu anda(2013) Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinde. Eserler, Çanakkale Troya Müzesi tamamlanıncaya kadar, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenecek.  Diğer 860 tarihi eserlerimizde 2. dünya savaşı sırasında Rusya tarafından savaş ganimeti olarak Almanya’dan alınmış. Hala Moskova Puşkin Müzesinde ve St Petersburg Müzesinde sergileniyor. Türk yetkilileri Truva’ya ait olan bu eserleri Rusya’dan geri almak için girişimde bulunmuş. Rusya, Türk yetkililerinin yaptığı bu girişime “biz muhatap olarak Türkiye’yi değil, Almanya’yı görüyoruz” demiş. “Çünkü o eserler savaş ganimeti olarak Almanya’dan alınmıştır " diye cevap vermiş. Bekleyip görelim bakalım nasıl sonuçlanacak. 



Yine Truva’dan kaçırılan Agamemnon altın maskesi, halen Almanya’da.

Kültür varlıkları genel müdürlüğünün sayfasından baktım. 2013 tarihi itibariyle, yurt dışından iadesi istenen eserlerden 64 eser vatanına geri dönmüş. Kimi eser kaçırılmış, kimisi de kaçırıldıktan sonra çok cüzi bedellerle kaçırılan ülkeler tarafından satın alınmış. 64 eserden 22 si ABD’den, 18 Almanya’dan diğerleri de İngiltere, İsviçre, Fransa, Avusturya’dan geri alınmış. Peki, Truva’da halen kazıları kim yapıyor acaba? Tabii ki Almanlar. 2013 yılında da kazıyı Amerikalılara devredeceklermiş, tatata taaaaa. Bir atasözümüzü söylemeden edemeyeceğim. “İnanma dostuna, saman koyar postuna”. Aynı zamanda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi de Truva'yı kazmaya talip olmuş. Gönlümüz kendi üniversitemizin kazıyı devam ettirmesinden yana.



  Troya II ve III dönemi Kale duvarlarının bir kısmının ayağa kaldırılmış hali. Antik kentte gezerken en hoşuma giden ve birçok tarihi alanlarda da görmek istediğim tahtadan yapılmış yolları oldu. Tahta yol boyunca geziyi yönlendiren bilgi, resim, yazı panoları ve yön işaretlerini takip ederek, eserlere zarar vermeden gezmek mümkün.

Binlerce yıllık arkeolojik bilgilerin yattığı bu tarihi alanda gezerken panolardaki resimler ve yazılar algıyı kolaylaştırıyor.
Truva kazı alanında “Schliemann yarığı” adını verdikleri çukur.